Aralık 27, 2008
Aralık 26, 2008
İ.
İ. Melih, 15 senedir belediye başkanı. Bu süre zarfında sadece Emin Çölaşan bin tane yazı yazdı bu adam hakkında. Hangisi, Çölaşan'ın kendi gazetesi Hürriyet'te bile manşet oldu? Hele de AKP iktidar olduğundan beri İ.Melih ile ilgili her şey Ankara eklerinin kenarında köşesindeydi. Yazıyor muyuz hocam, yazıyoruz. Yersen.
Derken birden bire, İ. Melih hakkındaki iddialar baş sayfalara taşınmaya, haberlerde kullanılan sıfatlar da sertleşmeye başladı. Herkes kördü, sağırdı, sanatın içine s.çan İ. Melih'i çok kibar bir belediye başkanı sanıyordu da, sanki Kılıçdaroğlu ile kavga edince anladılar neyin ne olduğunu. Geçen sene Emin Çölaşan'la yaptığı açık oturumda da çok farklı değildi. O zaman bu kıyamet niye kopmadı?
Bütün bu kampanyanın organizatörü bence Tayyip. Kendisi İ. Melih'in yeniden başkan olmasını istemiyor. Medyaya şimdi yansıyan kamuoyu araştırmasından kendisinin haberi vardı çok önceden tabii ki. Ve daha neler kim bilir? Ayrıca geçen seçim sırasını beklemesi söylenilen Keçiören Belediye Başkanı'na da verilen bir söz var. Tayyip verdiği sözü tutmak zorunda, yoksa tabandaki imajı çizilir. Fakat, aday gösterilse büyük ihtimalle kazanacak bir adamı durduk yere almak da olmayacak. O nedenle şu an, İ. Melih, Kılıçdaroğlu'na yem ediliyor. Talimat verilen medya da, işin üzerine atladı tabii. İ. Melih şöyle de, İ. Melih böyle. 15 sene sonra akılları başlarına geldi. Yakında bir iki dosya daha patlar ve AKP de "kirlenen" belediye başkanını çizerek, haneye bir skor daha yazar. Hem de gittikçe güçlenen bir dertten kurtulur. Keçiörenli amcaya verilen söz de tutulur ve partideki biat kültürünün önemi daha bir anlaşılır.
CHP de, kediye verilen balık kafası gibi, İ. Melih üzerinden biraz karnını doyurur. Baykal başta olduğu müddetçe CHP'nin adam olma şansı olmadığından, Karayalçın ile ilgili de bin tane iddia servise hazır fırında bekletildiğinden, oradan da iş sağlam. Biz de olanı biteni izliyoruz futbol maçı gibi. Heyecanla. Merakla.
İyi seyirler Türkiye..Uyuyakalırsan biri üstünü örter merak etme.
Aralık 24, 2008
Zaman, Geçen Zaman ve Ben
Bu postta biraz dertleşeyim istiyorum. Ki okuyanlar da neden yazamadığımı anlasınlar bir süredir. Aslında mazeret değil ama..Neyse.
Şimdi efenim, bildiğiniz gibi BENbeyefendi ile bendeniz bir yarışmaya hazırlanmaktayız. Viyana'da Nisan ayında gerçekleşecek bu yarışma için gerekli dava dosyaları üzerinde çalışıyoruz. Bir taraftan da dersler filan var tabii. Özel hayat filan derken, biraz yoğun bir dönem geçirdik. İşte bu son dönemde kendi hayatımla ilgili bir şey farkettim ve sanki bir anda kendini yaşlanmış vaziyette bulan 50 yaş erkekleri gibi oldum: Yahu zaman geçiyor ve ben yorulmuşum.
Diyeceksiniz ki, "Hadi oradan, daha yaşın ne, başın ne?" Aslında haklısınız ama bakın iş öyle değil. Önce ÖSS vardı, gebertici bir seneden sonra üniversiteye başladım ve hoooop kendimi Atölye Oyuncuları'nda buluverdim. Lisedeki tiyatro hayatının devamı geldi hemen yani. Atölye Oyuncuları'nda geçirdiğim sene şimdi dönip bakınca güllük gülistanlık geliyor. Ama tabii, o dönemde bardakların havada uçuştuğu kavgalar, Mahzen'de yapılan sayısız temizlik, turneler filan yorucuydu. Sonraki sene, oradan ayrılıp biraz daha zor bir iş yapmaya başladım: Kendi tiyatro ekibimi kurdum. Bütün bir ekibin, oyunun, paranın, seyircinin ağırlığını omuzlarıma aldım. Özellikle oyundan önceki son bir ay baya stresli ve yorucuydu. Sadece fiziksel değil, kafa olarak da. 19 yaşında kendi ekibine sahip olmanın verdiği gurur altında ezilip gitti bu yorgunluklar o zaman tabii, ama biraz daha biriktirdi bir şeyleri. Ve 3. sınıf. Nasıl anlatsam, nereden başlasam. Tiyatro, Moot Court, Ders, Aile ve Sevgili beşgeni içinde geçen bir yıl. Girdiğim 12 finalden ya 9 ya da 10 tanesinden kaldım desem, herhalde yeterli bir açıklama olur. Tiyatronun genişleyen ekiple ve zorlaşan oyunla (1984'ü sahneye uyarladık, bulduğumuz diğer metinleri beğenmeyince. Biz.. Ne haddimize ama değil mi? İyi oldu ya ama...) birlikte artan sorumluluğu ve stresinin üzerine Moot Court'un öldürücü deadlineları ve işlerine ek olarak, Hukuk Fakültesi'nin belki de en kazık yılı. En son, mart ayıydı galiba, Ulus'ta Affan Taner'e avazım çıktığı kadar bağırdığımı, ağzıma geleni söylediğimi haztılıyorum. Esnafın ortasında birbirimize girdik, ki beni bilen bilir, çok sakin adamımdır. O derece dolmuşum. Ailedeki trajik olaylar ve berbat sevgili durumlarını da sizlere bonus olarak veriyorum. Yaz geldiğinde galiba komadaydım, kendimi tatile nasıl attım hatırlamıyorum. Haa, bir saniye ya, tam şu an hatırladım valla. Bir de VIP Life'daki editörlük olayı başladı o zaman. Tabii..Ropörtajlar filan yapıyorduk, hırslıydık ilk başta..Vayy be.. Neyse, 4. sınıf. Moot artı okul artı dergi. Şimdi bakıyorum da, iş güç azmış ya..Gerçi 4. sınıfta da Moot'ta çok işim vardı. Neden bilmiyorum, bütün procedure bana kalmıştı. Kalmıştı da değil, üstlendim ve o öyle gitti. Eda yardım ediyordu arada. Baktık ben yapıyorum, diğerleri de yaptırıyor, Claimant'ın mesela bütün procedure'ını ben yazdım. Respondent'ta Eda da katıldı. Sonra sözlülerde iki kişi çalışmaya başladık. Ne salakmışız ya? Niye kasmışsak öyle. CISG yarışması ya. Oraya ağırlık vermiş ekip...:)))) Bak düşündükçe şaşıyorum, ne iş ya..Neyse, onu da herhalde alnımın akıyla hallettim. Ne bileyim, iyi işti. Eli yüzü düzgündü, yetişti zamanında, ne demek istediğini anlattı az çok. Falan filan, bir de dersler vardı tabii..Demem o ki, uzun uzun anlattığım her şey bu seneye kadar birikti bir yerlerde. Her kavga, her tartışma, her lanet edilesi angarya, her oyun, her kaybettiğin kişi, her başarı ya da başarısızlık, her ölüm, her acı, her endişe...Galiba hepsi birer damla bıraktı bu seneye kadar ve artık bardak ufaktan doluyor.
Baktığınızda bu sene en rahat olduğum sene. Moot'taki sorumluluğum daha az, dengeli, ekip mükemmel, derslerin sayısı az, dergi işi rutine bindi, orası da rahat, sevgili durumları düzeldi filan. Ama şimdi şunu yaşıyorum galiba. Tempo azaldı ama ben yoruldum. Hani deparı basarsınız, durunca dizlerinizde bir ağrı olur ya. Ya da alışveriş poşetlerini yüklenirsiniz, eve kadar taşırsınız, sonra onları yerleştirmek çok zor gelir, çünkü kollarınız ağrımıştır ağırlıktan, kahve kutusunu bile dolaba koymak yük olur, işte onun gibi.
Asıl sorun ise ne biliyor musunuz? Ben en çok bir şeyleri kaçırmış olmaktan korkuyorum. En yakın arkadaşlarımın çok büyük bir kısmı seneye bu günler, ona bile gerek yok Eylül'den itibaren, Ankara'da olmayacaklar. Bir çoğu ya master'a yurtdışına ya da İstanbul'a gidiyor. Sevgilim, benimle aynı ülkede bile olmayacak. Ama ben burada olacağım galiba. Bu sıkıcı şehirde, bir başına kalmak korkusunu yaşıyorum. O giden insanlarla yeterince vakit geçirmemiş olma korkusunu yaşıyorum. Arkadaşlarıma hakettikleri değeri vermemiş olma korkusu yaşıyorum. Sanki gözüm Moot'tan, tiyatrodan başka bir şey görmedi ve ben en yakınımdakilere ne olduğunu göremedim, bir de baktım ki yabancı olmuşuz gibime geliyor. En kötüsü de, o insan iki ay sonra gidecek ve benim bir daha hiç bir zaman onu yakalama fırsatım olmayacak. Ben, kimsenin gitme ihtimalini düşünmedim galiba. Ha bugün, ha yarınlar, artık yarınsız bugünlere geldiğinde; benim hala vaktimden çok yapacak işim var.
Şu blog gibi mesela. Aklımda olmasına rağmen, elimi atamadığım, bir hatırını soramadığım, iki bira için bir gecemi ayıramadığım dostlarım gibi. Son gördüğümden bu yana değişmiş, artık aynı konuları konuşmaz olmuşuz; ne onun işinden benim haberim var, ne de benim Moot'umdan onun. Şu blog gibi, derdimi anlatmaya çalışıyorum, yakalamalaya çalışıyorum; ama bazıları çoktan gitmiş oluyorlar.
İşte bu yüzden yorgun hissediyorum. Gidenlere bakmakmış meğerse en büyük yük. Şimdi onu taşıyorum. Ve işte o yüzden şimdi biraz dinlenmek istiyorum sanırım.
Ama dinlenmeye vaktim yok.
PS: Bu dertleşmeydi, bu aralar yaptığım/ilgilendiğim işlerle ilgili komik/ilginç şeyleri de yarına bırakıyorum. Resimli filan olacak onlar..Bu biraz böyle kalsın..
Aralık 19, 2008
Bir Dönemin Sonu
İ.MG v. KK’den sonra bugün Türkiye’nin büyük televizyon kanallarından haberleri takip ederken bir nokta oldukça dikkat çekiciydi. Bütün haber bültenleri İ.MG aleyhine, ve onun ne kadar kötü durumda olduğunu anlatır nitelikte yayınlar yapıyordu. İ.MG v. KK’den sonra bugün haberlerde KK’nin bir başka iddiası yer buldu. Buna göre İ.MG seçimlerden önce RTE’nin nasıl zayıflatılacağı yönünde kamuoyu araştırmaları yaptırmış, ve bunun karşılığında araştırma yapan firmaya 300 küsür milyar ücret ödemiş. Bu dosya Ergenekon davası kapsamında değerlendirilmekteymiş. Önemli nokta bence İ. MG’nin artık AKP tarafından aday gösterilmesi ihtimali ortadan kalkmıştır. Bu bağlamda zaten bireysel olarak oldukça zedelenmiş bir itibara sahip olan İ.MG, artık Ankaradan ya bağımsız aday olabilecektir –ki o durumda da seçilmesi mümkün değildir- ya da aday olmayacaktır.
Aralık 18, 2008
İ.MG v. KK
Dün akşam Ankara’nın, pardon Türkiye’nin en ilginç adamını (ilginç derken lütfen yerine istediğiniz kelimeyi koyunuz), izledik televizyonda. Herkes zaten aşağı yukarı aynı şeyleri düşünüyor sanırım. Ben biraz daha sövmeden, objektif olarak bir değerlendirme yapmak istiyorum. Özellikle sayaç mevzuunda.
İlk olarak vatandaş’a –kendimden biliyorum- mekanik sayaç vermişsin, elektronik sayaç vermişsin, farketmez. Bana sayaç alırken sorsalar ucuzu mu pahalısı mı diye, ilk olarak aralarındaki fark ne diye sorarım. Aralarındaki fark birinin hata yapma ihtimalinin yüksek olması diğerinin düşük olması ise, tamam dersin bir değerlendirme yapar alırsın. Ama şimdi bakınca, ikisi de hata yapıyor. O zaman neden ucuzunu almayayım. Birisi ön ödemeli, diğeri sonradan ödemeliymiş. Ön ödemeli alınca, belediye parayı peşin toplayıp faizi, ıvırı zıvırı toplayıp gelecek. Biz hayırsever milletiz, severiz belediyemizi kalkındırmayı. Çünkü kalkındıralım ki, belediye yanlış tahsil ettiği parayı yalnızca mahkeme kararıyla geri versin. Ha tabi vatandaş elektronik saat alırken, “baba bak burda da bunun mekaniği var istersen bunu alabilirsin” denmemiş. O zamanlar böyle bir teknoloji yoktu sanırım(!).
Şimdi İ.MG diyor ki, vatandaş gelsin, isterse ben onlara mekanik saat satarım. Elinde elektronik saat olan ankaralı gidip bir tane daha saat alacak ki, gitsin üstüne otursun. Başka bir işe yaramaz çünkü. Ha bir de bunun yan getirileri var belediyeye, takmak için de para isterler bunlar. A, gerçi pardon, EPDK onun haksız olduğuna hükmetmişti zaten. Bu arada İ.MG, İngilteredeki 18 milyon doğalgaz saati sahibinden sadece 2 milyonunun ön ödemeli saat sahibi olduğu verisini kabul etmiyor.
İ.MG, konuşma dakikaları hesaplandığında KK’ye fark atmış, yaklaşık 2 katı kadar konuşmuş. Burada yaptığı savunma şu oldu, KK’nin Arena’da yaptığı konuşmaları da eklemek gerektiğini söyledi, ama Ses TV’de kendi yaptığı konuşmaları saymıyor.
Eksisozluk’te yazarını hatırlamadığım bir entry beni yardı. Orada, İ.MG’ye tek rakibin Ahmet Çakar olduğu söylenmiş. İnanılmaz güldüm buna, Ahmet Çakar’ı Ankara vatandaşı yapma şansımız yok mu?
Aralık 14, 2008
Ben mi Kurtarayım?
Tabi ki Casillas kurtaracak. Hissettim kurtaracağını zaten.
Ne yalan söyleyeyim Real Madrid’in kazanmasını istiyorum, sırf şu bahis siteleri bozulsun diye. Ben tam bunları yazarken %100’lük, hatta ne %100’ü binde binlik gol pozisyonunu kurtardı. Umarım kurtarmaya devam eder ya da kurtarmasına gerek kalmaz.
Da Real’in başına bela gelecekse bu Salgado yüzünden gelecek, Henry’i tutamaz, yetişemez, penaltı yapar. hep Casillas kurtarsın.
Aralık 11, 2008
Ömer Üründül ve Modern Futbol
Sabah televizyonda gazete okuyan amcalardan birini dinlerken bir anda Ömer Üründül dendiğini duydum. Hemen ardından gelen “Modern Futbol’da artık…” diye başlayan bir ümle kurmuş, ondan sonrasını dinlemedim ama eminim çok farklı bir şey söylememiştir. Gerçekten artık Ömer Üründül’ün “modern futbol”, “bloklararası bağlantı”, vb. kalıplarını bırakması lazım. Birazcık geliştir kendini ne olursun.
Dün gece maçın hemen ertesi, zaten maç boyunca sinirlerimiz bozulmuş Ali Bilgin’i, Maldonado’yu, İlhan’ı tamam bunlar girdi kesin kazanırız artık. Guiza ileride yalnız kalıyordu zaten, İlhan girdi artık yalnız kalmaz, falan diyecek kıvama gelmiştik ki maç bitti. Sonra Rıdvan’ı dinlemeye başladık, adam hayatımın anlamını değiştiren benzetmesini yaptı.
“Fenerli futbolcular o kadar rahat ki, tesislerde yangın çıksa 8 futbolcu ölür.”
Rıdvan resmen ekol. Onun da klişeleri var, ama Ömer gibi sadece klişelerden oluşmu yor olması 50 sene önüne götürüyor Ömer’in. Ha şimdi neden Ömer’le Rıdvan’ı kıyasladım onu bilmiyorum. Bu aralar TOEFL’a çalışıyorum da, sanırım yazıdaki her paragrafın sonunda bağlanması gerektiği gibi bir sanıya kapıldım.