Aslında blogdan kovulmuş olmayı bekliyordum. Yaklaşık bir aydır satır yazmayınca ve hala da başlık işini halletmeyince, dedim ki kesin ONS benim yetkilerimi silmiştir. Neyse, biraz daha kredim varmış demek ki...
Bu postta biraz dertleşeyim istiyorum. Ki okuyanlar da neden yazamadığımı anlasınlar bir süredir. Aslında mazeret değil ama..Neyse.
Şimdi efenim, bildiğiniz gibi BENbeyefendi ile bendeniz bir yarışmaya hazırlanmaktayız. Viyana'da Nisan ayında gerçekleşecek bu yarışma için gerekli dava dosyaları üzerinde çalışıyoruz. Bir taraftan da dersler filan var tabii. Özel hayat filan derken, biraz yoğun bir dönem geçirdik. İşte bu son dönemde kendi hayatımla ilgili bir şey farkettim ve sanki bir anda kendini yaşlanmış vaziyette bulan 50 yaş erkekleri gibi oldum: Yahu zaman geçiyor ve ben yorulmuşum.
Diyeceksiniz ki, "Hadi oradan, daha yaşın ne, başın ne?" Aslında haklısınız ama bakın iş öyle değil. Önce ÖSS vardı, gebertici bir seneden sonra üniversiteye başladım ve hoooop kendimi Atölye Oyuncuları'nda buluverdim. Lisedeki tiyatro hayatının devamı geldi hemen yani. Atölye Oyuncuları'nda geçirdiğim sene şimdi dönip bakınca güllük gülistanlık geliyor. Ama tabii, o dönemde bardakların havada uçuştuğu kavgalar, Mahzen'de yapılan sayısız temizlik, turneler filan yorucuydu. Sonraki sene, oradan ayrılıp biraz daha zor bir iş yapmaya başladım: Kendi tiyatro ekibimi kurdum. Bütün bir ekibin, oyunun, paranın, seyircinin ağırlığını omuzlarıma aldım. Özellikle oyundan önceki son bir ay baya stresli ve yorucuydu. Sadece fiziksel değil, kafa olarak da. 19 yaşında kendi ekibine sahip olmanın verdiği gurur altında ezilip gitti bu yorgunluklar o zaman tabii, ama biraz daha biriktirdi bir şeyleri. Ve 3. sınıf. Nasıl anlatsam, nereden başlasam. Tiyatro, Moot Court, Ders, Aile ve Sevgili beşgeni içinde geçen bir yıl. Girdiğim 12 finalden ya 9 ya da 10 tanesinden kaldım desem, herhalde yeterli bir açıklama olur. Tiyatronun genişleyen ekiple ve zorlaşan oyunla (1984'ü sahneye uyarladık, bulduğumuz diğer metinleri beğenmeyince. Biz.. Ne haddimize ama değil mi? İyi oldu ya ama...) birlikte artan sorumluluğu ve stresinin üzerine Moot Court'un öldürücü deadlineları ve işlerine ek olarak, Hukuk Fakültesi'nin belki de en kazık yılı. En son, mart ayıydı galiba, Ulus'ta Affan Taner'e avazım çıktığı kadar bağırdığımı, ağzıma geleni söylediğimi haztılıyorum. Esnafın ortasında birbirimize girdik, ki beni bilen bilir, çok sakin adamımdır. O derece dolmuşum. Ailedeki trajik olaylar ve berbat sevgili durumlarını da sizlere bonus olarak veriyorum. Yaz geldiğinde galiba komadaydım, kendimi tatile nasıl attım hatırlamıyorum. Haa, bir saniye ya, tam şu an hatırladım valla. Bir de VIP Life'daki editörlük olayı başladı o zaman. Tabii..Ropörtajlar filan yapıyorduk, hırslıydık ilk başta..Vayy be.. Neyse, 4. sınıf. Moot artı okul artı dergi. Şimdi bakıyorum da, iş güç azmış ya..Gerçi 4. sınıfta da Moot'ta çok işim vardı. Neden bilmiyorum, bütün procedure bana kalmıştı. Kalmıştı da değil, üstlendim ve o öyle gitti. Eda yardım ediyordu arada. Baktık ben yapıyorum, diğerleri de yaptırıyor, Claimant'ın mesela bütün procedure'ını ben yazdım. Respondent'ta Eda da katıldı. Sonra sözlülerde iki kişi çalışmaya başladık. Ne salakmışız ya? Niye kasmışsak öyle. CISG yarışması ya. Oraya ağırlık vermiş ekip...:)))) Bak düşündükçe şaşıyorum, ne iş ya..Neyse, onu da herhalde alnımın akıyla hallettim. Ne bileyim, iyi işti. Eli yüzü düzgündü, yetişti zamanında, ne demek istediğini anlattı az çok. Falan filan, bir de dersler vardı tabii..Demem o ki, uzun uzun anlattığım her şey bu seneye kadar birikti bir yerlerde. Her kavga, her tartışma, her lanet edilesi angarya, her oyun, her kaybettiğin kişi, her başarı ya da başarısızlık, her ölüm, her acı, her endişe...Galiba hepsi birer damla bıraktı bu seneye kadar ve artık bardak ufaktan doluyor.
Baktığınızda bu sene en rahat olduğum sene. Moot'taki sorumluluğum daha az, dengeli, ekip mükemmel, derslerin sayısı az, dergi işi rutine bindi, orası da rahat, sevgili durumları düzeldi filan. Ama şimdi şunu yaşıyorum galiba. Tempo azaldı ama ben yoruldum. Hani deparı basarsınız, durunca dizlerinizde bir ağrı olur ya. Ya da alışveriş poşetlerini yüklenirsiniz, eve kadar taşırsınız, sonra onları yerleştirmek çok zor gelir, çünkü kollarınız ağrımıştır ağırlıktan, kahve kutusunu bile dolaba koymak yük olur, işte onun gibi.
Asıl sorun ise ne biliyor musunuz? Ben en çok bir şeyleri kaçırmış olmaktan korkuyorum. En yakın arkadaşlarımın çok büyük bir kısmı seneye bu günler, ona bile gerek yok Eylül'den itibaren, Ankara'da olmayacaklar. Bir çoğu ya master'a yurtdışına ya da İstanbul'a gidiyor. Sevgilim, benimle aynı ülkede bile olmayacak. Ama ben burada olacağım galiba. Bu sıkıcı şehirde, bir başına kalmak korkusunu yaşıyorum. O giden insanlarla yeterince vakit geçirmemiş olma korkusunu yaşıyorum. Arkadaşlarıma hakettikleri değeri vermemiş olma korkusu yaşıyorum. Sanki gözüm Moot'tan, tiyatrodan başka bir şey görmedi ve ben en yakınımdakilere ne olduğunu göremedim, bir de baktım ki yabancı olmuşuz gibime geliyor. En kötüsü de, o insan iki ay sonra gidecek ve benim bir daha hiç bir zaman onu yakalama fırsatım olmayacak. Ben, kimsenin gitme ihtimalini düşünmedim galiba. Ha bugün, ha yarınlar, artık yarınsız bugünlere geldiğinde; benim hala vaktimden çok yapacak işim var.
Şu blog gibi mesela. Aklımda olmasına rağmen, elimi atamadığım, bir hatırını soramadığım, iki bira için bir gecemi ayıramadığım dostlarım gibi. Son gördüğümden bu yana değişmiş, artık aynı konuları konuşmaz olmuşuz; ne onun işinden benim haberim var, ne de benim Moot'umdan onun. Şu blog gibi, derdimi anlatmaya çalışıyorum, yakalamalaya çalışıyorum; ama bazıları çoktan gitmiş oluyorlar.
İşte bu yüzden yorgun hissediyorum. Gidenlere bakmakmış meğerse en büyük yük. Şimdi onu taşıyorum. Ve işte o yüzden şimdi biraz dinlenmek istiyorum sanırım.
Ama dinlenmeye vaktim yok.
PS: Bu dertleşmeydi, bu aralar yaptığım/ilgilendiğim işlerle ilgili komik/ilginç şeyleri de yarına bırakıyorum. Resimli filan olacak onlar..Bu biraz böyle kalsın..
Bu postta biraz dertleşeyim istiyorum. Ki okuyanlar da neden yazamadığımı anlasınlar bir süredir. Aslında mazeret değil ama..Neyse.
Şimdi efenim, bildiğiniz gibi BENbeyefendi ile bendeniz bir yarışmaya hazırlanmaktayız. Viyana'da Nisan ayında gerçekleşecek bu yarışma için gerekli dava dosyaları üzerinde çalışıyoruz. Bir taraftan da dersler filan var tabii. Özel hayat filan derken, biraz yoğun bir dönem geçirdik. İşte bu son dönemde kendi hayatımla ilgili bir şey farkettim ve sanki bir anda kendini yaşlanmış vaziyette bulan 50 yaş erkekleri gibi oldum: Yahu zaman geçiyor ve ben yorulmuşum.
Diyeceksiniz ki, "Hadi oradan, daha yaşın ne, başın ne?" Aslında haklısınız ama bakın iş öyle değil. Önce ÖSS vardı, gebertici bir seneden sonra üniversiteye başladım ve hoooop kendimi Atölye Oyuncuları'nda buluverdim. Lisedeki tiyatro hayatının devamı geldi hemen yani. Atölye Oyuncuları'nda geçirdiğim sene şimdi dönip bakınca güllük gülistanlık geliyor. Ama tabii, o dönemde bardakların havada uçuştuğu kavgalar, Mahzen'de yapılan sayısız temizlik, turneler filan yorucuydu. Sonraki sene, oradan ayrılıp biraz daha zor bir iş yapmaya başladım: Kendi tiyatro ekibimi kurdum. Bütün bir ekibin, oyunun, paranın, seyircinin ağırlığını omuzlarıma aldım. Özellikle oyundan önceki son bir ay baya stresli ve yorucuydu. Sadece fiziksel değil, kafa olarak da. 19 yaşında kendi ekibine sahip olmanın verdiği gurur altında ezilip gitti bu yorgunluklar o zaman tabii, ama biraz daha biriktirdi bir şeyleri. Ve 3. sınıf. Nasıl anlatsam, nereden başlasam. Tiyatro, Moot Court, Ders, Aile ve Sevgili beşgeni içinde geçen bir yıl. Girdiğim 12 finalden ya 9 ya da 10 tanesinden kaldım desem, herhalde yeterli bir açıklama olur. Tiyatronun genişleyen ekiple ve zorlaşan oyunla (1984'ü sahneye uyarladık, bulduğumuz diğer metinleri beğenmeyince. Biz.. Ne haddimize ama değil mi? İyi oldu ya ama...) birlikte artan sorumluluğu ve stresinin üzerine Moot Court'un öldürücü deadlineları ve işlerine ek olarak, Hukuk Fakültesi'nin belki de en kazık yılı. En son, mart ayıydı galiba, Ulus'ta Affan Taner'e avazım çıktığı kadar bağırdığımı, ağzıma geleni söylediğimi haztılıyorum. Esnafın ortasında birbirimize girdik, ki beni bilen bilir, çok sakin adamımdır. O derece dolmuşum. Ailedeki trajik olaylar ve berbat sevgili durumlarını da sizlere bonus olarak veriyorum. Yaz geldiğinde galiba komadaydım, kendimi tatile nasıl attım hatırlamıyorum. Haa, bir saniye ya, tam şu an hatırladım valla. Bir de VIP Life'daki editörlük olayı başladı o zaman. Tabii..Ropörtajlar filan yapıyorduk, hırslıydık ilk başta..Vayy be.. Neyse, 4. sınıf. Moot artı okul artı dergi. Şimdi bakıyorum da, iş güç azmış ya..Gerçi 4. sınıfta da Moot'ta çok işim vardı. Neden bilmiyorum, bütün procedure bana kalmıştı. Kalmıştı da değil, üstlendim ve o öyle gitti. Eda yardım ediyordu arada. Baktık ben yapıyorum, diğerleri de yaptırıyor, Claimant'ın mesela bütün procedure'ını ben yazdım. Respondent'ta Eda da katıldı. Sonra sözlülerde iki kişi çalışmaya başladık. Ne salakmışız ya? Niye kasmışsak öyle. CISG yarışması ya. Oraya ağırlık vermiş ekip...:)))) Bak düşündükçe şaşıyorum, ne iş ya..Neyse, onu da herhalde alnımın akıyla hallettim. Ne bileyim, iyi işti. Eli yüzü düzgündü, yetişti zamanında, ne demek istediğini anlattı az çok. Falan filan, bir de dersler vardı tabii..Demem o ki, uzun uzun anlattığım her şey bu seneye kadar birikti bir yerlerde. Her kavga, her tartışma, her lanet edilesi angarya, her oyun, her kaybettiğin kişi, her başarı ya da başarısızlık, her ölüm, her acı, her endişe...Galiba hepsi birer damla bıraktı bu seneye kadar ve artık bardak ufaktan doluyor.
Baktığınızda bu sene en rahat olduğum sene. Moot'taki sorumluluğum daha az, dengeli, ekip mükemmel, derslerin sayısı az, dergi işi rutine bindi, orası da rahat, sevgili durumları düzeldi filan. Ama şimdi şunu yaşıyorum galiba. Tempo azaldı ama ben yoruldum. Hani deparı basarsınız, durunca dizlerinizde bir ağrı olur ya. Ya da alışveriş poşetlerini yüklenirsiniz, eve kadar taşırsınız, sonra onları yerleştirmek çok zor gelir, çünkü kollarınız ağrımıştır ağırlıktan, kahve kutusunu bile dolaba koymak yük olur, işte onun gibi.
Asıl sorun ise ne biliyor musunuz? Ben en çok bir şeyleri kaçırmış olmaktan korkuyorum. En yakın arkadaşlarımın çok büyük bir kısmı seneye bu günler, ona bile gerek yok Eylül'den itibaren, Ankara'da olmayacaklar. Bir çoğu ya master'a yurtdışına ya da İstanbul'a gidiyor. Sevgilim, benimle aynı ülkede bile olmayacak. Ama ben burada olacağım galiba. Bu sıkıcı şehirde, bir başına kalmak korkusunu yaşıyorum. O giden insanlarla yeterince vakit geçirmemiş olma korkusunu yaşıyorum. Arkadaşlarıma hakettikleri değeri vermemiş olma korkusu yaşıyorum. Sanki gözüm Moot'tan, tiyatrodan başka bir şey görmedi ve ben en yakınımdakilere ne olduğunu göremedim, bir de baktım ki yabancı olmuşuz gibime geliyor. En kötüsü de, o insan iki ay sonra gidecek ve benim bir daha hiç bir zaman onu yakalama fırsatım olmayacak. Ben, kimsenin gitme ihtimalini düşünmedim galiba. Ha bugün, ha yarınlar, artık yarınsız bugünlere geldiğinde; benim hala vaktimden çok yapacak işim var.
Şu blog gibi mesela. Aklımda olmasına rağmen, elimi atamadığım, bir hatırını soramadığım, iki bira için bir gecemi ayıramadığım dostlarım gibi. Son gördüğümden bu yana değişmiş, artık aynı konuları konuşmaz olmuşuz; ne onun işinden benim haberim var, ne de benim Moot'umdan onun. Şu blog gibi, derdimi anlatmaya çalışıyorum, yakalamalaya çalışıyorum; ama bazıları çoktan gitmiş oluyorlar.
İşte bu yüzden yorgun hissediyorum. Gidenlere bakmakmış meğerse en büyük yük. Şimdi onu taşıyorum. Ve işte o yüzden şimdi biraz dinlenmek istiyorum sanırım.
Ama dinlenmeye vaktim yok.
PS: Bu dertleşmeydi, bu aralar yaptığım/ilgilendiğim işlerle ilgili komik/ilginç şeyleri de yarına bırakıyorum. Resimli filan olacak onlar..Bu biraz böyle kalsın..
1 yorum:
Sen ONS'la yarışmaya hazırlanmıyorsuuun! O, BEN!
Yorum Gönder