Önce Bursaspor maçı. Aragones Semih'in dönüşü ile beraber iki maçtır istediği sistemi oynatmaya başladı. Kabaca Fenerbahçe 4-3-2-1 oynuyor diyebiliriz. Diziliş şu şekildeydi:
Volkan
Gökhan-Lugano-Edu-R.Carlos
Josico-Selçuk-Uğur
Semih-Alex
Guiza
Gökhan-Lugano-Edu-R.Carlos
Josico-Selçuk-Uğur
Semih-Alex
Guiza
Anlaşılan bu sistemde kilit adam Semih. Eskiden Alex'in sakatlanmaması için ettiğimiz duaları anlaşılan artık onun için edeceğiz. Çünkü Semih, İspanya Milli Takımı'nda genellikle Fabregas'ın yaptığı gibi, gerektiğinde geriye ön liberoların arasına girip savunma yapıp, top çalıyor; gerektiğinde Alex'in yanında ikinci bir oyun kurucu gibi top dağıtıyor; gerektiği zaman da Guiza'nin yanında, hatta önünde 2. santrafor olup gol arıyor. Baktığınız zaman alternatifi olmayan bir oyuncu için fazla bir yük. Ancak, Aragones'in 4-5-1'i için de elzem bir adam. Bence sezonun kilit noktası Alex-Semih-Guiza üçlüsünün form ve sakatlık durumları. Bu üçlü kalan sezonda 4-5 maç hariç bozulmazsa Fenerbahçe'nin şampiyonluk, en kötü Şampiyonlar Ligi şansı oldukça artar.
Maça dönecek olursak, 6. dakikada gelen gol muhtemel riskleri ve stresi oldukça yüksek olan böyle bir maç için ilaç gibi geldi. Fenerbahçe'li futbolcular sezonun en istekli futbolunu oynadılar ve ilk kez bu kadar iyi pres yaptılar. Sezon başında Aragones geldiğinde oluşan kanaat Fenerbahçe'nin geçmiş yıllara nazaran daha çok pres yapan bir takım olacağı yönündeydi. Hazırlık maçları ve Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarında azıcık emaresini gördüğümüz bu pres anlayışı, ligle beraber ortadan kaybolmuştu. 8. haftada Fenerbahçe ilk kez bu kadar çok ve önde bastı. Bunun en önemli sebebi Josico-Uğur-Selçuk üçlüsüne Semih'in de zaman zaman katılmasıyla canlı ve istekli bir orta saha kurgusunun nihayet oluşmasıydı. Bu dörtlü yaratıcılıkta aynı ölçüde başarılı olamaz belki, ama özellikle ligde rakibin oyununu bozmak için oldukça yeterli.
Rakibin oyunu daha orta çizgide bozulup, takım olarak iyi pas yapınca, bir de üzerine Bursa'nın aptallık derecesinde açık oyunu eklenince, bir gol ve bir penaltı verilmeden 5 gol geldi. Deivid, Emre ve Tümer'in de katılımıyla hücumda neredeyse problem kalmıyor. Defans hala sıkıntılı; anacka sorun defansın çoğu pozisyonda yardım alamaması. Eskiden Fener kalesine uzaktan şut çekmek için önce Appiah- Aurelio ikilisinden izin almak gerekirdi. Bu maçta Selçuk çıkınca kaleyi gören vurmaya başladı. Aslında bütün sorun orta sahadaki kadro yetersizliğinde.
Bu noktaya nasıl gelindiği meselesi, aslında bu yazının ikinci kısmı. Türkiye'deki diğer bütün takımlar gibi, Fenerbahçe'de de transferleri Yönetim Kurulu yapıyor. Hakan Bilal Kutlualp'in gidişinden beri de Yönetim'de bu konuda ciddi bir boşluk var. Aslında en önce doldurulması gereken mevki Kutlualp'in pozisyonu. Fenerbahçe'nin son 10 yılda yaptığı önemli ve faydalı transferlerin çoğunda onun imzası vardı. Ne kadar değerli bir yönetici olduğu, işte şimdi ortaya çıktı. Aslına bakacak olursanız belki de ilk kez Aziz Yıldırım doğru bir transfer yapmak üzereydi. Fenerbahçe yıllardan büyük yıldızlarını hep forvet hattına yapıyordu ve Appiah hariç orta sahaya "yıldız" bir isim hiç transfer edilmedi. Revivo, Rapaiç, Anderson, Ortega, Rebrov, Aziz Pierre, Anelka, Guiza, Alex, Kezman, hatta Nobre, hep forvete yapılan takviyelerdi ve Fenerbahçe orta sahası hep "kahramanlara" emanetti. Denizli döneminde Johnson'dan sonra, Aurelio da Daum ve Zico dönemlerinin kahramanı oldu. Aziz Yıldırım nihayet parayı orta sahaya saçmaya karar verdi ki, maalesef bu sefer de belki de başkanlık hayatının en riskli transferini yaptı. Bütün sezonu, son 5 yılın yarısını sakat olarak geçirmiş, medya ile ilişkileri sorunlu bir "Galatasaraylı'nın" üzerine bağladı. Emre Belözoğlu'ndan Fenerbahçe'nin şu ana kadar aldığı verim, neredeyse sıfır. Kutlualp'in Nobre, Aurelio ve Tuncay'da yaptığı potansiyel yıldız transferleri yapılmadı. Kemal gibi joker bir oyuncu kaybedildi. En önemli sorun, kadro derinliği kalmadı. Ali Bilgin, Burak, Can, hatta Uğur Boral, çok iyi 10 kişinin arasında arada idare edebilecek 11. ler olabilirler. Bence Fenerbahçe'nin futbolcusu değiller. İlhan, Gürhan ve Olcan gibi isimlere de yeteri kadar şans verilmedi.Üzerine bir de sakatlık problemleri eklenince Fenerbahçe kadrosu iyice çıkmaza girdi. Bir diğer problem ise gelen oyuncu seçimlerindeki mevki yanlışları. Tuncay ve Ümit ikilisi gittiğinden beri Fenerbahçe sol kanadı büyük yara aldı. Ümit'in yerine yapılan Roberto Carlos takviyesi ile bek problemi bir nebze olsun çözüldü. Ancak, açık problemi iki sezondur hala var. Uğur Boral, çok etkili bir yedek oyuncu olarak mutlaka kadroda olmalı; ama ilk 11'de değil. Bu nedenle de -hala görememiş olsak da -ne kadar kaliteli bir futbolcu olursa olsun, Selçuk, Deniz ve Maldonado'nun olduğu bir mevkiye son anda Josico'yu transfer etmek her açıdan eleştiriye açık.
Aurelio konusuna burada ayrı bir paragraf açıp, hemen sonra da kapatacağım. BEN ile sözleşmelerde bulunan opsiyon maddelerini araştırmıştık zamanında. Hatta Aurelio'nun menajerinin medyaya verdiği emsal kararı bile okuduk. FIFA, sözleşmelerdeki opsiyon maddelerini geçersiz sayıyor. Bu açıdan Fenerhbahçe yönetiminin yapabileceği bir şey yok. Ha, çok isteselerdi Aurelio'ya yepyeni bir sözleşme kabul ettirebilirlerdi belki. Ancak bu noktada da bir şeyi gözden kaçırmamak lazım. Her surat asana istediği para verilecek olursa değil Fener, Beşiktaş; Real Madrid bile batar. Takım içi dengeler açısından Marco'ya yapılan teklif -eğer kamuoyuna yansıyan doğruysa- makul bir tekliftir. Yani, burada "gönderilen" değil, "giden" bir futbolcu vardır. Bu da Marco'nun kendi seçimi. Yapacak bir şey yok. Marco sonuç olarak 30 yaşında. Yarın bir gün yerini doldurmak elbet gerekecekti. O gün biraz erken geldi, o kadar.
Bugün Mosturoğlu da aynı şeyi teyit etti. Basın toplantısında gelecek adına olumlu konuştular. Zaman içerisinde bu olumlu konuşmaların ne kadarının gerçekleştirilebileceğini göreceğiz. Ancak burada esas dikkat edilmesi gereken nokta basın toplantısında yapılan açıklamalar değil, basın toplantısının neden/nasıl yapıldığı. Bence en etkili taraftar sitesi olan antu.com, Arsenal maçı sonrası oldukça anlamlı bir bildiri yayınladı. Nihayet tribünlerde bazı şeylerin değişmeye başladığını görmek açısından oldukça önemli bir bildiriydi bu. Hocayı göndermeyin diyen, oyucuları yollamayın diyen, yönetim kurulunu istifaya değil, açıklama yapmaya davet eden bu metin; bence bugün yapılan açıklamaların temel sebebi. antu.com uzun süredir yönetimin iletişim politikasını eleştiriyordu ve belki de tek başlarına bunu değiştirmeyi başardılar.
Ancak diğer taraftarlarla olan durum bu kadar sağlıklı değil. Fenerbahçe yönetimi belki de bu alanda da bir ilke imza atıp, tribündeki önder taraftar grubunu tasfiye etmeye çalışıyor. Burada durup, bazı şeyleri iyi tespit etmek lazım. Dünyanın her tarafında, geniş destek bulan her takımın mutlaka başat bir veya bir kaç taraftar grubu vardır. (Flying Dutchman bu gruplar üzerine harika yazılar yazıyor. Tavsiye ederim) Bu grupların bir numaralı görevleri ise her yerde aynıdır: Stadyumdaki tezahüratı yönetmek. 100 kişilik, her biri ayrı birer usta olan senfoni orkestralarının bile bir "şef"e ihtiyacı vardır. Yoksa aynı anda çalamazlar. O zaman 50.000 kişilik bir koronun da şefe ihtiyacı vardır. Grubun lideri etrafındaki 10-15 kişiyi, onlar bütün grubu, grup bulunduğu tribünü, o tribün de bütün stadı yönetir. Liverpool için de, Beşiktaş için de, Milan için de bu aynıdır. İşte Fener yönetimi bu etkili grubu tasfiye etmek istedi. Buna yol açacak gerekçeleri tartışırsak, zaten uzun olan yazı iyice çekilmez hale gelecek. Doğrudur yanlıştır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Genç Fenerbahçeliler'i bu hale getiren, yani Frankestein'ı yaratan yine Aziz Yıldırım'dır. Şimdi onu yok etmeye çalışıyor. Esas mesele, bunu oldukça yanlış bir zamanda yapmaya çalışması. Herhalde yönetim, takımın bu kadar kötü gideceğini hesaba katmamıştı ki, böyle bir işe girişti. Yönetimin haklı olduğu yönler olduğu kadar (GFB'nin lisanssız ürün satması, başka koltukları gasp etmesi gibi); haksız olduğuı yönler de var (En başta bunun diğer taraftar gruplarına anlatılamaması, bu gruplarla makul zeminde uzlaşılmaması vs.). Ancak, bunların hiç biri benim gibi "sıradan" taraftarları ilgilendirmiyor. Ben Fenerbahçe tribünlerini eskisi gibi coşkulu, birlikte ve etkili görmek istiyorum. Bunun için de tribünlere şef olacak bir grubun varlığı şart. Bunun ismi ise hiç önemli değil. Zira önemli olan Fenerbahçelilik kimliği. Grubun kendi kimliği değil. Bu boktada Çarşı örneği isabetli olabilir. Zira kendi kimliklerinin Beşiktaş kimliğinin önüne geçtiği noktada kendileri fesh ederek, bir bakıma önemli bir ders verdiler: Kimse takımdan büyük değildir.
Fenerbahçe ile ilgili aslında yazılacak, çizilecek daha çok şey var; ama şimdilik burada bırakalım. Özetlemek gerekirse, takımın kefeni yırttığını söyleyebiliriz. Eğer Eskişehir ve Galatasaray maçları da kazanılırsa takım artık iyice şampiyonluk havasına girer. Deivid, Vederson, Emre ve Tümer gibi önemli eksiklerin iyileşmeleri ve devre arasında da doğru yerlere yapılacak (orta sahanın solu, Appiah tarzı oyunun iki tarafını da iyi oynayan bir MC) doğru transferlerle Fenerbahçe en azından ilk ikiye girer. Ancak şu görünen manzara bir ihtimal için umutlu olmamı sağlıyor ki, o her şeyden önemli:
Baktığınız zaman, Fenerbahçe bütün başarılarını her şeyin süt liman olduğu zamanlarda kazandı. Ekonomik açıdan güçlüyken, kadro iyiyken, hoca takımın başındayken, taraftar destek verirken, yönetim bunalımları yokken. Galatasaray ise son 5 senede kazandığı iki şampiyonluğu da(önceki dönemleri, maaşlar ödenmeden kazanılan UEFA Şampiyonluğu'nu saymıyorum bile) olağanüstü şartlarda kazandı. Parasızlık, kulüp içi muhalefet, hoca değişiklikleri, idmana çıkmayan futbolcular, kadro sıkıntısı...Şimdi Fenerbahçe benzer problemler yaşıyor ve ilk kez bu süreç hoca gönderilmesi ya da yönetim istifası ile değil, ne olursa olsun soğukkanlı bir şekilde çözülmeye çalışılıyor. Eğer başarılır ise, bu kadar kötü başlayan bir sezon, zaferle biterse ,Fenerbahçe bence Dünya Kulübü olma yolundaki son engeli de aşar. Belki de ilk kez olumsuz şartlar altında kazanılacak bir şampiyonluk, bir kaç şampiyonluğa bedel olacaktır. O nedenle bence Fenerbahçe tarihinin en önemli süreçlerinden birisini yaşıyor. O nedenle de bu sezonun sonunu dört gözle bekliyorum.
Maça dönecek olursak, 6. dakikada gelen gol muhtemel riskleri ve stresi oldukça yüksek olan böyle bir maç için ilaç gibi geldi. Fenerbahçe'li futbolcular sezonun en istekli futbolunu oynadılar ve ilk kez bu kadar iyi pres yaptılar. Sezon başında Aragones geldiğinde oluşan kanaat Fenerbahçe'nin geçmiş yıllara nazaran daha çok pres yapan bir takım olacağı yönündeydi. Hazırlık maçları ve Şampiyonlar Ligi ön eleme maçlarında azıcık emaresini gördüğümüz bu pres anlayışı, ligle beraber ortadan kaybolmuştu. 8. haftada Fenerbahçe ilk kez bu kadar çok ve önde bastı. Bunun en önemli sebebi Josico-Uğur-Selçuk üçlüsüne Semih'in de zaman zaman katılmasıyla canlı ve istekli bir orta saha kurgusunun nihayet oluşmasıydı. Bu dörtlü yaratıcılıkta aynı ölçüde başarılı olamaz belki, ama özellikle ligde rakibin oyununu bozmak için oldukça yeterli.
Rakibin oyunu daha orta çizgide bozulup, takım olarak iyi pas yapınca, bir de üzerine Bursa'nın aptallık derecesinde açık oyunu eklenince, bir gol ve bir penaltı verilmeden 5 gol geldi. Deivid, Emre ve Tümer'in de katılımıyla hücumda neredeyse problem kalmıyor. Defans hala sıkıntılı; anacka sorun defansın çoğu pozisyonda yardım alamaması. Eskiden Fener kalesine uzaktan şut çekmek için önce Appiah- Aurelio ikilisinden izin almak gerekirdi. Bu maçta Selçuk çıkınca kaleyi gören vurmaya başladı. Aslında bütün sorun orta sahadaki kadro yetersizliğinde.
Bu noktaya nasıl gelindiği meselesi, aslında bu yazının ikinci kısmı. Türkiye'deki diğer bütün takımlar gibi, Fenerbahçe'de de transferleri Yönetim Kurulu yapıyor. Hakan Bilal Kutlualp'in gidişinden beri de Yönetim'de bu konuda ciddi bir boşluk var. Aslında en önce doldurulması gereken mevki Kutlualp'in pozisyonu. Fenerbahçe'nin son 10 yılda yaptığı önemli ve faydalı transferlerin çoğunda onun imzası vardı. Ne kadar değerli bir yönetici olduğu, işte şimdi ortaya çıktı. Aslına bakacak olursanız belki de ilk kez Aziz Yıldırım doğru bir transfer yapmak üzereydi. Fenerbahçe yıllardan büyük yıldızlarını hep forvet hattına yapıyordu ve Appiah hariç orta sahaya "yıldız" bir isim hiç transfer edilmedi. Revivo, Rapaiç, Anderson, Ortega, Rebrov, Aziz Pierre, Anelka, Guiza, Alex, Kezman, hatta Nobre, hep forvete yapılan takviyelerdi ve Fenerbahçe orta sahası hep "kahramanlara" emanetti. Denizli döneminde Johnson'dan sonra, Aurelio da Daum ve Zico dönemlerinin kahramanı oldu. Aziz Yıldırım nihayet parayı orta sahaya saçmaya karar verdi ki, maalesef bu sefer de belki de başkanlık hayatının en riskli transferini yaptı. Bütün sezonu, son 5 yılın yarısını sakat olarak geçirmiş, medya ile ilişkileri sorunlu bir "Galatasaraylı'nın" üzerine bağladı. Emre Belözoğlu'ndan Fenerbahçe'nin şu ana kadar aldığı verim, neredeyse sıfır. Kutlualp'in Nobre, Aurelio ve Tuncay'da yaptığı potansiyel yıldız transferleri yapılmadı. Kemal gibi joker bir oyuncu kaybedildi. En önemli sorun, kadro derinliği kalmadı. Ali Bilgin, Burak, Can, hatta Uğur Boral, çok iyi 10 kişinin arasında arada idare edebilecek 11. ler olabilirler. Bence Fenerbahçe'nin futbolcusu değiller. İlhan, Gürhan ve Olcan gibi isimlere de yeteri kadar şans verilmedi.Üzerine bir de sakatlık problemleri eklenince Fenerbahçe kadrosu iyice çıkmaza girdi. Bir diğer problem ise gelen oyuncu seçimlerindeki mevki yanlışları. Tuncay ve Ümit ikilisi gittiğinden beri Fenerbahçe sol kanadı büyük yara aldı. Ümit'in yerine yapılan Roberto Carlos takviyesi ile bek problemi bir nebze olsun çözüldü. Ancak, açık problemi iki sezondur hala var. Uğur Boral, çok etkili bir yedek oyuncu olarak mutlaka kadroda olmalı; ama ilk 11'de değil. Bu nedenle de -hala görememiş olsak da -ne kadar kaliteli bir futbolcu olursa olsun, Selçuk, Deniz ve Maldonado'nun olduğu bir mevkiye son anda Josico'yu transfer etmek her açıdan eleştiriye açık.
Aurelio konusuna burada ayrı bir paragraf açıp, hemen sonra da kapatacağım. BEN ile sözleşmelerde bulunan opsiyon maddelerini araştırmıştık zamanında. Hatta Aurelio'nun menajerinin medyaya verdiği emsal kararı bile okuduk. FIFA, sözleşmelerdeki opsiyon maddelerini geçersiz sayıyor. Bu açıdan Fenerhbahçe yönetiminin yapabileceği bir şey yok. Ha, çok isteselerdi Aurelio'ya yepyeni bir sözleşme kabul ettirebilirlerdi belki. Ancak bu noktada da bir şeyi gözden kaçırmamak lazım. Her surat asana istediği para verilecek olursa değil Fener, Beşiktaş; Real Madrid bile batar. Takım içi dengeler açısından Marco'ya yapılan teklif -eğer kamuoyuna yansıyan doğruysa- makul bir tekliftir. Yani, burada "gönderilen" değil, "giden" bir futbolcu vardır. Bu da Marco'nun kendi seçimi. Yapacak bir şey yok. Marco sonuç olarak 30 yaşında. Yarın bir gün yerini doldurmak elbet gerekecekti. O gün biraz erken geldi, o kadar.
Bugün Mosturoğlu da aynı şeyi teyit etti. Basın toplantısında gelecek adına olumlu konuştular. Zaman içerisinde bu olumlu konuşmaların ne kadarının gerçekleştirilebileceğini göreceğiz. Ancak burada esas dikkat edilmesi gereken nokta basın toplantısında yapılan açıklamalar değil, basın toplantısının neden/nasıl yapıldığı. Bence en etkili taraftar sitesi olan antu.com, Arsenal maçı sonrası oldukça anlamlı bir bildiri yayınladı. Nihayet tribünlerde bazı şeylerin değişmeye başladığını görmek açısından oldukça önemli bir bildiriydi bu. Hocayı göndermeyin diyen, oyucuları yollamayın diyen, yönetim kurulunu istifaya değil, açıklama yapmaya davet eden bu metin; bence bugün yapılan açıklamaların temel sebebi. antu.com uzun süredir yönetimin iletişim politikasını eleştiriyordu ve belki de tek başlarına bunu değiştirmeyi başardılar.
Ancak diğer taraftarlarla olan durum bu kadar sağlıklı değil. Fenerbahçe yönetimi belki de bu alanda da bir ilke imza atıp, tribündeki önder taraftar grubunu tasfiye etmeye çalışıyor. Burada durup, bazı şeyleri iyi tespit etmek lazım. Dünyanın her tarafında, geniş destek bulan her takımın mutlaka başat bir veya bir kaç taraftar grubu vardır. (Flying Dutchman bu gruplar üzerine harika yazılar yazıyor. Tavsiye ederim) Bu grupların bir numaralı görevleri ise her yerde aynıdır: Stadyumdaki tezahüratı yönetmek. 100 kişilik, her biri ayrı birer usta olan senfoni orkestralarının bile bir "şef"e ihtiyacı vardır. Yoksa aynı anda çalamazlar. O zaman 50.000 kişilik bir koronun da şefe ihtiyacı vardır. Grubun lideri etrafındaki 10-15 kişiyi, onlar bütün grubu, grup bulunduğu tribünü, o tribün de bütün stadı yönetir. Liverpool için de, Beşiktaş için de, Milan için de bu aynıdır. İşte Fener yönetimi bu etkili grubu tasfiye etmek istedi. Buna yol açacak gerekçeleri tartışırsak, zaten uzun olan yazı iyice çekilmez hale gelecek. Doğrudur yanlıştır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Genç Fenerbahçeliler'i bu hale getiren, yani Frankestein'ı yaratan yine Aziz Yıldırım'dır. Şimdi onu yok etmeye çalışıyor. Esas mesele, bunu oldukça yanlış bir zamanda yapmaya çalışması. Herhalde yönetim, takımın bu kadar kötü gideceğini hesaba katmamıştı ki, böyle bir işe girişti. Yönetimin haklı olduğu yönler olduğu kadar (GFB'nin lisanssız ürün satması, başka koltukları gasp etmesi gibi); haksız olduğuı yönler de var (En başta bunun diğer taraftar gruplarına anlatılamaması, bu gruplarla makul zeminde uzlaşılmaması vs.). Ancak, bunların hiç biri benim gibi "sıradan" taraftarları ilgilendirmiyor. Ben Fenerbahçe tribünlerini eskisi gibi coşkulu, birlikte ve etkili görmek istiyorum. Bunun için de tribünlere şef olacak bir grubun varlığı şart. Bunun ismi ise hiç önemli değil. Zira önemli olan Fenerbahçelilik kimliği. Grubun kendi kimliği değil. Bu boktada Çarşı örneği isabetli olabilir. Zira kendi kimliklerinin Beşiktaş kimliğinin önüne geçtiği noktada kendileri fesh ederek, bir bakıma önemli bir ders verdiler: Kimse takımdan büyük değildir.
Fenerbahçe ile ilgili aslında yazılacak, çizilecek daha çok şey var; ama şimdilik burada bırakalım. Özetlemek gerekirse, takımın kefeni yırttığını söyleyebiliriz. Eğer Eskişehir ve Galatasaray maçları da kazanılırsa takım artık iyice şampiyonluk havasına girer. Deivid, Vederson, Emre ve Tümer gibi önemli eksiklerin iyileşmeleri ve devre arasında da doğru yerlere yapılacak (orta sahanın solu, Appiah tarzı oyunun iki tarafını da iyi oynayan bir MC) doğru transferlerle Fenerbahçe en azından ilk ikiye girer. Ancak şu görünen manzara bir ihtimal için umutlu olmamı sağlıyor ki, o her şeyden önemli:
Baktığınız zaman, Fenerbahçe bütün başarılarını her şeyin süt liman olduğu zamanlarda kazandı. Ekonomik açıdan güçlüyken, kadro iyiyken, hoca takımın başındayken, taraftar destek verirken, yönetim bunalımları yokken. Galatasaray ise son 5 senede kazandığı iki şampiyonluğu da(önceki dönemleri, maaşlar ödenmeden kazanılan UEFA Şampiyonluğu'nu saymıyorum bile) olağanüstü şartlarda kazandı. Parasızlık, kulüp içi muhalefet, hoca değişiklikleri, idmana çıkmayan futbolcular, kadro sıkıntısı...Şimdi Fenerbahçe benzer problemler yaşıyor ve ilk kez bu süreç hoca gönderilmesi ya da yönetim istifası ile değil, ne olursa olsun soğukkanlı bir şekilde çözülmeye çalışılıyor. Eğer başarılır ise, bu kadar kötü başlayan bir sezon, zaferle biterse ,Fenerbahçe bence Dünya Kulübü olma yolundaki son engeli de aşar. Belki de ilk kez olumsuz şartlar altında kazanılacak bir şampiyonluk, bir kaç şampiyonluğa bedel olacaktır. O nedenle bence Fenerbahçe tarihinin en önemli süreçlerinden birisini yaşıyor. O nedenle de bu sezonun sonunu dört gözle bekliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder