
Geçtiğimiz hafta cuma akşamı, inanılmaz bir yağmurun sel olup aktığı akşam.. Ofiste 3 kişi oturmuş plazaların arkasından, tıpkı dünyanın sonu filmlerinden çıkmış gibi görünen, bulutlara bakıp yorumlar yapıyoruz.
Bu Gruptan AKP'ye Oy Çıkmaz ---> Seçime Kadar Tüm Arkadaş Listeni Davet Et |
Fiziksel olanlar böyle. Sonra zihinsel olanlar geliyor. MB bu akşam beni o açıdan çok tatmin etti, PB'nin lafını 4 defa ağzına tıktı, "O öyle değil" diyerek. Daha sonra, programı izlemeye verdiğim aradan sonra, PB'nin konuşmasına sıkıştırdığı "foreign" kelimeleri düzeltti MB üst üste, özellikle Babylon'a takıldı. O iki dakika içerisinde ard arda ayarları bastı, en sonunda PB konuşmaktan çekinme aşamasına kadar geldi.
Şunu açık olarak söylemek gerekirse, ben de bazı insanlarla konuşurken "foreign" kelimeler sıkıştırıyorum bazen araya. İlk olarak bunun benim açımdan şahsi nedeni, etrafımdaki insanlara karşı hissettiğim samimiyet, ikinci olarak özensizliğim, üçüncü olarak da yetersizliğim. Ama televizyona çıktığınız zaman karşınızdaki, yanınızdaki insanlara karşı ne kadar samimi duygular içerisinde olursanız olun, tanımadığınız muhtemel 70 milyonun önünde olmak dolayısıyla dikkatli olmak zorundasınız bence. Bu özeni göstermemesi de benim PB'nin kendisinden kıl kapmama neden oluyor.
Ha, PB bunu önemsiyor mu? Hayır. Olsun.Bu arada tam yazmayı tamamlamıştım ki, Fatih Altaylı stüdyoya daldı, MB ona mikrofon ve sandalye getirdi, oturdular. Çok enteresan bir görüntü oldu, sanki Murat Bardakçının mutfağında oturuyorlar da Fatih Altaylı kahvaltıya gelmiş elinde gazetelerle. MB de ona sandalye falan getirdi. Çok enteresan. HaberTürk gazetesi de kuşe kağıda basılıymış, gazetenin en çok övülen yanı bu oldu 5 dakikada. Enteresan.
Bu iğrenç yoğunluk sonrasında insan kolay kolay kendini kaptırdığı şeylerden soyutlayamıyor. Bu aralar okul, yarışma ikilisi arasında pert olmuş vaziyetteyim. Yavaş yavaş bu havadan çıkacağım ama bu gerçekleşmeden uzun zamandır yazmak istediğim bir şeyi yazayım.
Biz fakültedeki geçirdiğimiz süre boyunca her şeyi sınıflandırma eğilimi içerisinde oluyoruz. Yani A kavramı kendi içerisinde B, C v D kavramlarından oluşur. Tabi bunların her biri de kendi içlerinde 3’e 4’e ayrılır. Ben kendi yaptığım tasnif içerisinde Avukatlığı 3’e ayırmayı uygun buluyorum. Dava öncesi, dava ve dava sonrası avukatlığı olarak. Sondan başlarsak, dava sonrası avukatlığı kimsenin sevmediği insan olan (sanırım genel olarak avukatları kimse sevmiyor ama) icra avukatlarından teşekkül etmekte. Bu insanlar her şey bittikten sonra gidip sizin evinizden buzdolabınızı, borcunuzun ve malvarlığınızın genişliğine göre uçağınızı alan insanlar. Ben kendi tasnifim içerisinde bu insanları akbabalara benzetiyorum. Bunun nedeni de savaş sonrası her şey bittikten sonra, karnını doyurmayı isteyen akbabaların savaş alanı üzerinden insan bedenlerinden beslenmesine benzetiyorum bu süreci. Bu pek tabii ki doğal seleksiyon içerisinde olması gereken bir şey. Birileri ölecek, birileri onları yiyecek. Bu söylediklerim asla akbabaların yaptığı işi küçümsemek değil, nitekim ölüyü bulmak, herkesten önce bulmak, neresini yiyebileceğini belirlemek zor iştir. Tıpkı icradaki borçlunun bulunması, uygun tebligat yapılması, diğer alacaklılar alamadan kendi alacağınızı almayı sağlamak gibi.
İkinci aşamayı ise dava avukatlığı oluşturuyor bence. Dava avukatları dilekçe yazıp, dava açan, temel dayanaklarını oluşturarak iş yapan insanlar. Diğer avukatlardan daha iyi dertlerini anlatması gereken, karşısındakini etkilemekte başarılı insanlar olmaları gerekiyor. Bu sınıf da doğrudan cephede göğüs göğüse çarpışan insanları andırıyorlar bana.
Üçüncü aşamayı ise dava öncesi avukatlık oluşturuyor. Dava öncesi avukatları, müvekkillerinin başlarına gelebilecek hukuki meseleleri öngörüp onlar gerçekleşmeden tedbir almayı hedefleyen insanlar. Buna göre, müvekkillerinin muhtemel hasımlarının muhtemel husumet doğduktan sonra içerisinde bulunabilecekleri muhtemel davranışları tahmin edip, müvekkil aleyhine netice verebilecek davranışların gerçekleştirilmesini engelleyip hasmın vekilin istediği yönde hareket etmesini sağlamayı hedeflerler. Bu tanımı biraz önce ben uydurdum. Ama tanım içerisindeki her muhtemel kelimesi işi bir kademe daha zorlaştırıyor. Çünkü her birinde olasılık artıyor. Olay hukukçuluktan çıkıp risk analistliğine dönüyor. Savaş benzetmesi kapsamında da dava öncesi avukatları ordu yöneten generallere benzetiyorum. Nitekim savaş alanında da nereden saldırı gelebileceğini tahmin ederek askerleri ona göre konuşlandırmak ve en verimli noktada pozisyon almak harita başındaki komutanlar tarafından yapılmakta. Dava öncesinde tahminlerde bulunabilmek için her alan hakkında, bütün riskler hakkında fikir sahibi olmayı gerektiriyor. Bu gereklilik uzmanlaşma ihtimalini bir nebze ortadan kaldırıyor. Düşünsenize, bir yandan “ben sadece lojistikten anlarım” derken, öbür yandan “ama adamların topları bizim mevzilerimizi deler” diyemezsiniz.
Tabii şu bir gerçek ki komutan olabilmek için önce asker olmak gerekiyor. Ama bu avukatlık konusunda ne kadar doğru onu bilmiyorum, buradan tartışma çok gezen mi çok bilir yoksa çok okuyan mı tartışmasına gider, ki bunun içinden an itibariyle çıkabilmem mümkün değil. Ama netice itibariyle verimli bir hukuki yardım sürecinde bunların herbirinin bulunması elzem (işte bu noktada gördüğünüz R’ye takmış bir insan). Bana sadece üçüncü aşamada bulunmak daha keyifli görünüyor. Sanırım benzetmelerden de bu anlaşılabiliyor.
Not: Aksi pencereden bakılırsa da ilk Aşama – Cerrah, ikinci aşama – iç hastalıkları uzmanı, üçüncü aşama – pratisyen hekimliği andırıyor. Nereden baktığınızla alakalı yani olaya.
Mart ayı sonunda ve nisan ayı başında birer defa yurtdışına gitmemiz gerekiyor. Bunu Türkiye Barolar Birliği, Ankara Barosu ve Ankara Üniversitesinin sağladığı kaynaklarla gerçekleştireceğiz. Okuyan olursa oralardan bir yerde kendilerine teşekkür ederiz ama bu bürokrasi denen şey iğrenç bir şey. Sırf bu saçma kavram dolayısıyla mart sonunda Almanya'ya gidip geri gelip, 2 gün Türkiye'de kalıp Avusturya'ya gideceğiz. Arada sadece 2 gün Türkiye'de kalacağız. Dünya'nın en saçma şeylerinden biri, bunu bize okul zorunlu kılıyor ve bu hamlesiyle kendisine 150*8 Euro para geçirmiş oluyor. Ama bürokrasi laf dinlemez, anlatamadık.